I.
İslam Tarihçiliği
II.
İslam Tarihçilerinin Tarih Algısı
III.
İbn Haldun
IV.
İbn Haldun ve Mukaddime
V.
Mukaddime’ye göre İbn Haldun'un Tarih
Algısı
Introductions:
Bu
bölümde İbn Haldun’un “umran” kavramına kısaca temas edildikten sonra hayatına
ve ilmi şahsiyetine dair bilgiler verilmiştir. Bu bölümde izah edilmek istenen,
İbn Haldun’un klasik dönem İslam tarihçilerinden farklı, münekkit ve olayların
nedenlerini izah etmeyi amaçlayan bir tarih metodolojisine sahip olduğu, bu
yüzden İslam tarihçilerinin mukallit yaklaşımına taban tabana zıt bir tavrı
savunduğudur.
Methods:
Bu çalışmamızda kullandığımız metot İbn Haldun’un başyapıtı olan Mukaddime
eserinin irdelenmesi ve incelenmesidir. Bu şekilde elde edilen ve alıntılanan
cümlelerden İbn Haldun’un tarih ilmine ve tarihçiliğe dair görüşleri
anlaşılmaya çalışmaktadır. Alıntıladığımız -Haldun’a ait olan- cümleleri İbn
Haldun’un hayatı ve görüşleri ışığında ele alarak aktarılmak istenen fikirleri
irdeledik.
Results:
Çalışmamız neticesinde ulaştığımız sonuçları izah etme gayreti içerisinde
olduğumuz bu bölümde, İbn Haldun’un tarih algısının ne olduğunu, niçin bazı
İslam tarihçilerini sert bir üslupla eleştirdiğini göstermeye çalıştık.
Haldun’un tarih nazarının daha külli olduğunu, bu nazarda nedensellik
ilkesinin, tarihi diğer ilimlerle -mesela coğrafya yahut umran ilminin konusu
olan sosyoloji, üretim tarzları ve yönetim biçimleri- açıklama tutumunun
yaşadığı çağda şahit olmadığımız bir şekilde Haldun’da tezahür ettiğini ve
Haldun’un tarih algısının determinist olarak anlaşılabileceğini belirttik.
Discussions: İbn Haldun hakkında çok sayıda araştırma yapılmıştır. Bizim bu çalışmamız bu alanda ne ilk ne de son çalışmadır. Bu çalışmada Haldun’un tarihçilik algısını kendi dili ve bizatihi kendi cümleleri ile anlamaya çalışarak farklı bir bakış açısı kazandırmak istedik. Bu çalışmanın beyne’l-âlimînde yeni tartışmalar doğurmasını ve gerçeğe bir nebze daha yaklaşılmasına vesile olmasını umut ettik. Yeni çalışmalarda Mukaddime’nin daha dikkatli okunması, bunun yanı sıra çeşitli Haldun araştırmacılarının görüşlerinin nazar-ı dikkate alınması araştırmalara yeni bir boyut kazandıracaktır.
Mukaddime’ye
göre İbn Haldun'un Tarih Algısı
Muhammed Said KARDAŞ
Özet: XIV. ve XV.
yüzyıllarda yaşamış İbn Haldun, günümüzde sosyal bilimler olarak bilinen
disiplinlerin, hemen hepsini ihtiva eden çalışmalarda bulunmuş, kendinden sonra
bu alanlarda çalışmalar yapan -Müslüman olsun veya olmasın- herkesi etkilemiş
bir İslam âlimidir. Tarih, idare, iktisat, siyaset ve sosyoloji alanındaki
görüşleri ilmi camiada bugün dahi tartışılan Haldun, “umran” adını
verdiği bir ilim dalının da kurucusudur. Tarih yazımında, başta coğrafya olmak
üzere diğer disiplinlerden yararlanarak oluşturduğu yöntemlere ve kuramlara
binaen önem kazanmıştır. Ayrıca kendinden önceki İslam tarihçilerine getirdiği
eleştirileri de mühimdir. Bu çalışmamızda İbn Haldun’un en meşhur çalışması
olan Mukaddime eserinden hareketle, tarihe bakış açısı ve tarihçiliğini inceleyeceğiz.
Anahtar Kelimeler:
İbn Haldun, Mukaddime, tarihçilik, İslam tarihçiliği.
Summary: Ibn Khaldun, who
lived in XIV. and XV. centuries, is an Islamic scholar. Khaldun has worked on
almost all of the disciplines known as social sciences today, moreover he has
influenced everyone - whether Muslim or not - who worked in social sciences after
him. Khaldun is also the founder of a branch of science called as "umran".
His opinions which about history, public administration, economics, politics
and sociology, are discussed even today in the scientific community. Ibn
Khaldun has criticized some historiographers who lived before him, also he has
found new methods in historiography by using other sciences, especialy
geography. Therefore he has gained importance in historiography. In this study,
we will examine history from his perspective, his historiography based on
Muqaddimah that is his famous book.
Key Words: Ibn Khaldun, The Muqaddimah, historiography, Islamic historiography.
Giriş
İbn Haldun yaşadığı çağa damgasını vurmuş
ve gelecek nesilleri etkilemiş önemli bir alimdir. Hayatı boyunca her daim
mağrip saraylarının en önemli ilim adamı ve İslam dünyasının yıldızı olmuştur.
Günümüzde sosyoloji olarak adlandırabileceğimiz çalışmaları, modern sosyolojinin
kuruluşu olarak kabul edilen XIX. asırdan en az 450 yıl önce yapmış olması onun
çağının ötesinde bir münevver olduğunun ispatıdır. Haldun’un çalışma alanı
sadece bununla da sınırlı değildir. Aynı zamanda yönetim bilimiyle ilgilenmiş,
siyaset ve siyaset felsefesi hakkında kalem oynatmış, bunların yanında iktisat
alanında da idealize ettiği bir sistem tasarlamıştır. Çok yönlü bir entelektüel
olan İbn Haldun asil bir ilim olarak tanımladığı tarih ilmiyle de iştigal
etmiştir.
Modern anlamda incelendiğinde sosyal
bilimler olarak tanımlanan bu disiplinlerin bütün kollarında faaliyet
gösterirken aslında yaptığı şey “umran” olarak adlandırdığı ve kurucusu
olduğu ilim dalında çalışmalar yürütmekti. Haldun Mukaddime’de “umranın birtakım tabiatları
vardır. Haberler ona bağlıdır. Rivayetler ve eserler bu tabiatta açıklanır.”[1]
derken kastettiği, umran ilminin tarihi olayların bâtınındaki gerçekliği
anlamlandırmada yardımcı bir rol oynadığıdır. Tarihin konusu insanlar ve
toplumlar olduğundan tarihin asıl manasını çözme ve üzerindeki esrar perdesini
kaldırma iddiasındaki bir ilim topluma dair her soruya cevap vermek
durumundadır. Tam da bu nedenle umran ilmi hem devlet aygıtının yapısını hem de
toplumların; üretim tarzlarını, yönetiliş biçimlerini, yaşam şekillerini yekûn
olarak tahlil ve ihtiva eder. Bu tahlil esnasında toplumların yaşayış
biçimlerinin ve coğrafyalarının da tarihin akışı içerisinde belirleyici bir
rolü olduğunu savunan Haldun, olayları neden ve sonuçlarıyla incelemenin
gerekliliğini de belirtir.
“Umran” kavramı geçmişten
günümüze çeşitli araştırmaların konusu olmuştur, Türkiye’de ve yurtdışında,
dünyanın neredeyse her dilinde muhtelif açılarıyla ele alınmış ve uzun uzadıya
tartışılmıştır. Bu konu bu hacimde bir eser yerine kütüphaneler dolusu
kitaplarda incelenecek bir konu olduğundan, bunun da ötesinde esas konumuz “İbn
Haldun'un Tarih Algısı” olduğundan giriş mahiyetindeki bu bilgilerin
ardından bu bahsi burada sonlandırıyoruz.
İbn Haldun’un Hayatı
Mukaddime’nin girişinde künyesini “Abdurrahman
b. Muhammed b. Haldun Hadrami”[2] olarak veren İbn Haldun,
1332’de Tunus’ta doğmuştur. Hayatı ve ailesinin kökeni hakkında muhtelif
iddialar mevcuttur. Ailesinin Mağrip’e Endülüs’ten geldiği, daha önce devlet
kademelerinde görevler alan köklü bir aşiret oldukları iddia edilir.
Gençlik yıllarında klasik İslamî sisteme
uygun bir şekilde, Kur’an-ı Kerim, hadis, fıkıh ve bunların yanında riyazi
ilimler olarak bilinen hitabet, hikmet (felsefe) ve mantık alanında eğitim
görmüştür. Eğitiminin ardından icazetname alarak ilmî yeterliliğini elde
etmiştir. İbn Haldun hayat hikayesini anlattığı “et-Tarif” adlı eserinde
aldığı tahsilini ve hocalarını ayrıntılı bir şekilde anlatır.[3] Eğitiminin ardından yaklaşık
25 yıl siyaset sahnesinde yer almıştır. Tunus’ta Hafsîler, Fas’ta Merînîler,
Tilimsan’da Abdülvadiler, Endülüs’te Nasrîlerin aralarındaki mücadelelerde
önemli roller oynamış ve bu hanedanların hizmetinde çalışmıştır. Hanedanların
kendi aralarındaki mücadele ve taht savaşlarında aldığı pozisyon ile genellikle
kazanan tarafı destekleyen Haldun bunun mükafatı olarak sır katipliğinden
vezirliğe kadar önemli görevlerde bulunmuştur.
İbn Haldun 1375’ten itibaren siyasi
vazifelerini bırakarak kendini telife vakfetmiştir. En önemli eseri olan Tarih-i
İber ve onun giriş kısmı olan Mukaddime bu dönemde yazılmıştır. 8
sene kadar telif ile meşgul olmuştur. Bu yıllarda siyasi çatışmalar ve
savaşlardan iyice rahatsızlık duymaya başlamıştı. Haldun, bu dönemde “Artık bıktığı ve usandığı bu çeşit
savaşlara katılmak istemiyordu. İbn Arafe’nin gammazlığı da onu iyice rahatsız
ediyordu. Onun için Tunus 'tan ayrılmaya karar verdi”[4]
Tunus’tan ayrılıp 1382’de Mısır’a göç
etmiştir. Kendisi bunun nedenini Mukaddime’de “Sonra doğuya (Mısır'a) göç ettim. Maksat Şark'ın nuru
ile aydınlanmak, ziyaret ve tavaf yerlerini gezmek suretiyle farz ve sünnet
görevini ifa etmek, buradaki kitap ve belgelerde mevcut olan bilgilere vakıf
olmaktı.”[5] diye
anlatır. Mısır’da çok önemli vazifelere getirilmiş ve uzun yıllar Memlüklere
hizmet etmiştir. Timur’la -Suriye’yi işgali esnasında- görüşmesi hayatına dair
önemli bir detaydır. Ailesinin Tunus’tan Mısır’a gelirken denizde gemilerinin
batması sonucu hayatlarını kaybetmesi ile iyice içine kapanmış ve kalan ömrünü
daha ziyade ilmi faaliyetlerle geçirmiştir. Nihayetinde 1406 senesinde Kadılık
vazifesini yürüttüğü Kahire’de vefat etmiştir.
Mukaddime’nin Tahlili ve Yazılış Amacı
İbn Haldun’un Tarih-i İber ve
girişi mahiyetindeki Mukaddime’yi Tunus’ta ilimle iştigal ettiği
yıllarda telif ettiğini belirtmiştik. Kendisi Tarih-i İber adını verme
nedenini şöyle açıklıyor:
“Bu
eser ister bedevi ister medeni olsun Arapların ve Berberlerin haberlerini,
tarihlerini, onlarla çağdaş olan büyük devletlere işaret etme hususunu ihtiva
etmekte, hilkatin başlangıcı ve ondan sonraki haberler itibariyle ders olacak
ve ibret alınacak hususları açık bir şekilde dile getirmektedir. Onun için
esere Kitabu'l-iber ve divanu’l-mübtedei ve'l-haber fi eyyamil'l-Arab ve'l-Acem
ve'l-Berber ve men aserehüm min zevi's-sultani'l-ekber adını verdim.” [6]
Bu satırlarda izah edilmek istenen husus
yalnızca Mağrip ve Endülüs’te yaşayan -şehirli ve göçebe- Arap ve Berberî
kabilelerin tarihinin anlatılmadığı, çağdaşları olan diğer büyük devletlerin de
tarihlerinin anlatıldığıdır. Ayrıca Hz. Adem’in yaratılışından itibaren genel
bir tarih anlatımı yapıldığı, tarihteki ibret alınması iktiza eden kıssaların
anlatıldığı belirtilerek Kitab-ı İber adının bu yüzden konulduğu
sonucuna varılmıştır.
Eserini telif etme nedenini ise
tarihçilerin eserlerindeki eksikleri kaldırarak dünün ve bugünün daha iyi idrak
edilmesi olduğunu söyleyen İbn Haldun tarihin üzerinde örtülü perdeyi
kaldırdığını söyleyerek eserinin başarısını vurgulamıştır.
“Tarihçilerin
eserlerini gözden geçirip, dünü ve bugünü derinliğine incelemekle, zekanın
gözünü gaflet ve uyku dalgınlığından uyandırdım, eser yazmaya heveslendim. Bir
müflis olduğum halde ilim sermayesine en güzel tarzda talip oldum, tarihe dair
bir kitap vücuda getirdim. Bu eserle, yetişen ve ortaya çıkan muhtelif
nesillerin hallerini örten perdeyi kaldırdım”[7]
Eserini alt başlıklara taksim etmesi ile
ilgili olarak “Rivayet
ve inceleme ile ilgili hususları bu eserde bölüm bölüm açıkladım. Bu eserde,
devletlerin ve umranın evveliyetine ait illetleri ve sebepleri ortaya koydum.”[8]
diyen Haldun’un alt başlıkları şunlardır:
Mukaddime:
Tarihin fazileti ve tarihçilerin izlemesi lazım gelen usuller.
Birinci Kitap: Umran ilmini konu
alır.
İkinci Kitap: Hz. Adem’in yaratılışından milattan
sonra XIV. asra kadar Arapların ve İslam medeniyetinin tarihini anlatır. Bu
bölümde Romalılar, Sasanîler ve Türkler gibi Araplara temasta bulunan
milletlerin tarihleri de Araplarla ilişkiler ölçüsünde anlatılır.
Üçüncü Kitap: Berberîlerin tarihi anlatılır.[9]
Mukaddime’yi
kısa ve öz bir üslupla kaleme aldığını belirten İbn Haldun bu sayede eserinin
daha sarih olduğunu söyler. “Böylece
eserim yaratılıştan bu yana geçen zamandaki haber ve vakaları tamamiyle ihtiva
etti. Ayrıca elde edilmesi güç olan bir takım güç hikmetleri de kolaylaştırmış
ve istifadeye sunmuş oldu. Hanedanlıklarla ilgili hadiselerin illetlerini ve
sebeplerini ortaya koydu. Böylece eserim hikmet için bir mahfaza, tarih için
bir dağarcık oldu.”[10]
Eserinin devletlerin ve milletlerin
durumu, göçebelik ve medenilik, ilim ve sanat gibi geniş bir çerçevede bilgiler
verdiğini belirttikten sonra eserini Hafsîlerden Ebu Abbas’a ve daha sonra
farklı bir nüshasını Hafsîlerden Ebu Faris Abdulaziz’ takdim etmiştir.[11]
İbn Haldun’un Nazarı ile Tarih Kavramı
İbn Haldun eserinin henüz başında “Tarih fenni kavimlerin ve
milletlerin yekdiğerine nakledegeldikleri fenlerdendir.”[12]
şeklinde bir tanım yaptıktan sonra tarihin önemini ve faziletlerini tarihi
ikiye ayırarak sıralar. Ona göre tarih uğrunda seferlere çıkılası bir ilimdir.
Tarih öğrenmek için sıradan kimseler bile heveslenirler, sultanlar ve alimler
ise adeta birbirleriyle yarışırlar. İnsanlar bir araya geldiklerinde
birbirlerine tarihi kıssalardan bahsederek keyifli zaman geçirirler. Bunlar
tarihin “zâhirî” yani dışarıdan görünen yönüdür.
Ancak “bâtın” itibariyle tarih
hakikati aramak arzusu ve gerçekliğe ulaşmak için çıkılan yolda yürünen bir
patikadır. Haldun’a göre düşünmek ve hadiselerin sebeplerini bulmak tarihin
esas amacıdır ve tarih bu yüzden asil bir ilimdir.[13]
İbn Haldun, diğer bir tanımda tarih için “gayesi şerefli, faydaları pek çok
ve usulü gayet önemli olan bir fendir. Çünkü bu ilim, geçmişteki kavimlerin
ahlakı, nebilerin gidişatı, hükümdarların devletleri ve siyasetleri ile ilgili
hallere bizi vakıf kılar. Din ve dünya hallerinde, maksadı örnek almak olan
kimsenin temin edeceği fayda bu suretle tamamlanmış olur.”[14]
der.
Tarihî olaylarda bir süreklilik olması
gerektiğini ısrarla savunan ve tarihi olayların ardındaki nedenleri aramayı
tarihçiliğin esası olarak gören İbn Haldun, çoğu zaman bu nedenlerin de geçmiş
dönemlerdeki olayların nedenlerine benzediği üzerinde durur. Çünkü Haldun’a
göre insan, her dönemde insandır. Benzer huy ve zaaflara sahip olmak ve
birtakım olaylar karşısında aynı tepkileri vermek insanların tabiatlarında
vardır. Tarihteki bu insan etkeni sonucu var olan benzerlikleri anlatırken,
günümüzde dahi kullanılan, sehl-i mümteni tabir edilebilecek şu veciz ifadeyi
kullanmıştır. İbn Haldun’a göre tarih “Suyun
suya benzemesinden daha çok geleceğe ve hale benzer.”[15]
İbn Haldun’un tarihçiliği ile ilgili bir
diğer özelliği determinist, yani kaderci bir yapıya sahip olmasıdır. Çoğu olay
karşısında İbn Haldun bunu tarihin akışının nihai noktası ve kaçılamaz bir
durum olarak görmüştür. İbn Haldun’un nazarına göre tarihte tesadüfe tesadüf
edilemez. Ona göre tüm alem ve dolayısıyla tarih bir ahenk ve düzen içindedir.
Elbette bir Müslüman olarak imanın şeraitinden olan “kadere iman” rüknüne
uyması muhakkaktır. Ancak bu noktada kastedilen şey Haldun’un cüzi iradenin
önemi üzerinde durmamasıdır. Bu sadece tarihi olaylara yönelik bir tutum değil,
içtimai ve coğrafi gerçeklere yönelik de bir tavırdır. Nitekim Haldun
gençliğindeki hatalarından, Yahudi milletinin vatanları olmayışına ve
bedevilerin fakirlik hallerine kadar her durumu kaderin kaçınılmaz cilvesi
olarak tanımlar.[16]
Bu konudaki en büyük örnek ise yaptığı
incelemeler neticesinde bir hanedanın hüküm süresinin 4 nesil sürdüğüne yönelik
iddiasıdır. Ona göre bir devletin ömrü takribi 120 senedir. Eğer farklı bir
hanedanla birleşerek kan tazelenmesine gidilmez ise mukadder olan, o hanedanın
4 nesil sonra yıkılmasıdır. Buna uymayan bazı uzun süreli devletlerin
durumlarını ise yönetici hanedanın değişimine veya devletin çevresinde güçlü
bir siyasi yapı olmamasına bağlar.[17] Bu konudaki görüşlerini
anlatan ve kanıtlarını sunan Haldun en sonunda “Bütün bunlar göstermektedir ki,
hasebdeki son had dört ced ve nesildir. En iyi bilen Allah'tır”[18]
demektedir.
İbn Haldun’un Nakilci Tarih Eleştirisi
İbn Haldun’un tarihin nedenselliği
üzerinde durduğundan yukarıdaki satırlarda bahsetmiştik. Klasik İslam
tarihçiliğini incelediğimizde buna pek önem verilmediği söylenebilir. Bu husus
İbn Haldun’un da nazar-ı dikkatini celp etmiştir. Rivayetçi ve nakilci
yaklaşımdan yakınan İbn Haldun “İnsanoğlundaki
taklid köklü ve irsidir. Fenlere ve ilimlere musallat olan asalaklık enine ve
boyuna yaygındır. Halk arasındaki cehalet merası ise hastalıklı ve havası bozuk
bir yerdir.”[19]
sözleriyle bu durumun sadece yaşadığı döneme, tarih ilmine veya İslam
tarihçiliğine has bir maraz olmadığını ortaya koyar. Günümüzde hala
intihalciliğin ne derece yaygın olduğunu düşünürsek İbn Haldun’un pek haksız
olmadığını görürüz.
İbn Haldun nakilci yaklaşımın nedenlerini
ihmalkârlık veya ahmaklık olarak tespit etmiştir. Buna göre bir zat ya
yaratılışı itibariyle ahmak olduğu için doğru ile yanlışı ayırt etmeden aynen
nakleder yahut bilgilerin doğruluğunu teyit etmeyi ihmal eder. Nihayetinde
okuduğu kaynakta gördüğü bilgileri birebir nakleder.[20]
İbn Haldun’a göre “Mesudî
ve Vâkıdî'nin eserlerinde tenkil edilen ve sakat olan hususlar çoktur. Bu
cihet, gerçeği araştıranlarca malum ve hafızasına güvenilen zevat arasında
meşhurdur.”[21] Mesudî’nin ve bu
yaklaşımın eleştirildiği en çarpıcı örnek ise Hz. Musa’nın ordusu mahiyetindeki
İsrailoğulları kıssasında verilen istatistikî bilgilerdir. Mesudî Beni
İsrail’in silah tutan erkeklerinin sayısını 600.000 olarak vermiştir. İbn
Haldun ise Suriye ve Mısır’da bu büyüklükte bir ordunun iaşe ve erzakını
tedarik edemeyeceği, daha birkaç nesil önce sayıları yüze ulaşmayan
İsrailoğulları’nın kısa sürede bu kadar kalabalıklaşmasının genetik olarak
mümkün olmadığı ve buna benzer tenkitleri ile Mesudî’nin naklettiği bu bilgi
üzerinden nakilci yaklaşımı eleştirir.[22]
Haldun bazı tarihçileri de kısa eserler
yazmakla ve yalnızca kendi bölgelerinin, şehirlerinin tarihini yazmakla
suçlamakta ve yaptıkları işi yetersiz olarak görmektedir. “Nitekim Endülüs ve burada kurulan Emevi
Devleti'nin tarihçisi Ebu Hayyan ile İfrikiye ve Kayravan'daki devletin
tarihçisi İbn Refik böyle hareket etmişlerdir.”[23]
İbn Haldun’a göre nakilcilik yalnızca
bilgileri teyit etmeden kullanmak değildir. Kimi tarihçiler görmedikleri
bilgileri ve olayları aktardıkları gibi kimileri de gerçekte hiç görmediği
kimselerin şehadetlerini kaynak gösterirler. Daha acısı ise kimileri uydurma
bilgiler ile gerçekleri karıştırarak gerçeğin siluetini bozarlar. Çoğu tarihçi
ise naklettikleri bilgiyi yarım olarak naklettiklerinden hakikatin üstünü
setrederler. İbn Haldun bu konuda “...yazdıkları eserlerine tam
olarak nakledenlerin sayısı gayet azdır. Bunların adedi hemen hemen bir eldeki
parmak ve avamilin hareke sayısından yani iki veya üçten fazla değildir. İbn
İshak, Taberî, İbn Kelbî, Muhammed b. Ömer Vâkıdî, Seyf b. Ömer Esedi vs. gibi
insanlar içinde temayüz etmiş meşhur zevat bunlardandır.”[24]
Sonuç
XIV. asrın önde gelen düşünürlerinden İbn
Haldun kurduğu umran ilmiyle sosyal bilimler alanını modern anlamdaki
teşekküllerinden en az dört asır öncesinde tanımlamış ve bu alanlarda gerek
teorik gerekse gözleme dayalı çalışmalar yürütmüştür. Toplumların üretim
tarzlarının, yaşadıkları coğrafyanın ve yönetim biçimleri ile sosyolojik
durumlarının tarihi süreçlerinin belirlenmesindeki hayati rolü ilk keşfeden
odur. Tarihteki insan faktörünü ele alarak geçmiş, hâl ve gelecek arasında
paralellik kurması önemli bir noktadır. Tarihe dair algısı, bilgilerin umran
ilminin iktiza ettirdiği şekilde tenkit süzgecinden geçirildiği, neden sonuç
ilişkisine dayalı ve determinist bir durumdadır. Bütün bu özellikleriyle İbn
Haldun, hakkında yapılan yüzlerce çalışmanın konusu olmayı hak eden bir
münevverdir. Gelecek yıllarda Mukaddime’nin yüzünden okunması ve buna
ilaveten et-Tarif ve Tarih-i İber gibi eserlerden örneklemler
alınması, seçkin, müteaddit Haldun araştırmacılarının eserlerinin derlenmesi
ile yeni bulgulara ulaşılacağı ve İbn Haldun’un tarihe ve sosyal bilimlere dair
algısının ne olduğunun hakkıyla belirleneceği muhakkaktır.
Kaynakça
İBN
HALDUN, Mukaddime I, çev. Süleyman Uludağ, Dergâh Yayınları, İstanbul,
2007.
*
Muhammed Said KARDAŞ, Muğla Sıtkı Koçman Üniversitesi, Sosyal Bilimler
Enstitüsü, Tarih Anabilim Dalı, Yüksek Lisans Öğrencisi.
muhammedsaidkardas@gmail.com.
[1] İbn Haldun, Mukaddime I, Çev. ve haz. Süleyman Uludağ, Dergâh Yayınları, İstanbul, 2007, s. 159.
[2] İbn Haldun, Mukaddime I, s. 157.
[3] İbn Haldun, Mukaddime I, ss. 15-50.
[4] İbn Haldun, Mukaddime I, ss. 41-42.
[5] İbn Haldun, Mukaddime I, ss. 161-162.
[6] İbn Haldun, Mukaddime I, s. 162.
[7] İbn Haldun, Mukaddime I, ss. 160-161.
[8] İbn Haldun, Mukaddime I, s. 161.
[9] İbn Haldun, Mukaddime I, s. gös. yer.
[10] İbn Haldun, Mukaddime I, s. 162.
[11] İbn Haldun, Mukaddime I, ss. 162-163-164.
[12] İbn Haldun, Mukaddime I, s. 158.
[13] İbn Haldun, Mukaddime I, s. gös. yer.
[14] İbn Haldun, Mukaddime I, s. 165.
[15] İbn Haldun, Mukaddime I, s. 166.
[16] Bkz. İbn Haldun, Mukaddime I, ss. 336-343.
[17] İbn Haldun, Mukaddime I, ss. 346-352.
[18] İbn Haldun, Mukaddime I, s. 348.
[19] İbn Haldun, Mukaddime I, s. 158.
[20] İbn Haldun, Mukaddime I, ss. 158-161.
[21] İbn Haldun, Mukaddime I, s. 159.
[22] İbn Haldun, Mukaddime I, s. 165-171.
[23] İbn Haldun, Mukaddime I, s. gös. yer.
[24] İbn Haldun, Mukaddime I, s. 159.
Yorum Gönder