3 Aralık 2020 Perşembe

Mukaddime'ye Göre İbn Haldun'un Tarih Algısı

 

Mukaddime'ye Göre İbn Haldun'un Tarih Algısı

Konu Daraltma Basamakları:

I.                  İslam Tarihçiliği

II.               İslam Tarihçilerinin Tarih Algısı

III.           İbn Haldun

IV.            İbn Haldun ve Mukaddime

V.               Mukaddime’ye göre İbn Haldun'un Tarih Algısı

Mukaddime'ye Göre İbn Haldun'un Tarih Algısı

Introductions: Bu bölümde İbn Haldun’un “umran” kavramına kısaca temas edildikten sonra hayatına ve ilmi şahsiyetine dair bilgiler verilmiştir. Bu bölümde izah edilmek istenen, İbn Haldun’un klasik dönem İslam tarihçilerinden farklı, münekkit ve olayların nedenlerini izah etmeyi amaçlayan bir tarih metodolojisine sahip olduğu, bu yüzden İslam tarihçilerinin mukallit yaklaşımına taban tabana zıt bir tavrı savunduğudur.

Methods: Bu çalışmamızda kullandığımız metot İbn Haldun’un başyapıtı olan Mukaddime eserinin irdelenmesi ve incelenmesidir. Bu şekilde elde edilen ve alıntılanan cümlelerden İbn Haldun’un tarih ilmine ve tarihçiliğe dair görüşleri anlaşılmaya çalışmaktadır. Alıntıladığımız -Haldun’a ait olan- cümleleri İbn Haldun’un hayatı ve görüşleri ışığında ele alarak aktarılmak istenen fikirleri irdeledik.

Results: Çalışmamız neticesinde ulaştığımız sonuçları izah etme gayreti içerisinde olduğumuz bu bölümde, İbn Haldun’un tarih algısının ne olduğunu, niçin bazı İslam tarihçilerini sert bir üslupla eleştirdiğini göstermeye çalıştık. Haldun’un tarih nazarının daha külli olduğunu, bu nazarda nedensellik ilkesinin, tarihi diğer ilimlerle -mesela coğrafya yahut umran ilminin konusu olan sosyoloji, üretim tarzları ve yönetim biçimleri- açıklama tutumunun yaşadığı çağda şahit olmadığımız bir şekilde Haldun’da tezahür ettiğini ve Haldun’un tarih algısının determinist olarak anlaşılabileceğini belirttik.

Discussions: İbn Haldun hakkında çok sayıda araştırma yapılmıştır. Bizim bu çalışmamız bu alanda ne ilk ne de son çalışmadır. Bu çalışmada Haldun’un tarihçilik algısını kendi dili ve bizatihi kendi cümleleri ile anlamaya çalışarak farklı bir bakış açısı kazandırmak istedik. Bu çalışmanın beyne’l-âlimînde yeni tartışmalar doğurmasını ve gerçeğe bir nebze daha yaklaşılmasına vesile olmasını umut ettik. Yeni çalışmalarda Mukaddime’nin daha dikkatli okunması, bunun yanı sıra çeşitli Haldun araştırmacılarının görüşlerinin nazar-ı dikkate alınması araştırmalara yeni bir boyut kazandıracaktır.

Mukaddime’ye göre İbn Haldun'un Tarih Algısı

Muhammed Said KARDAŞ

Özet: XIV. ve XV. yüzyıllarda yaşamış İbn Haldun, günümüzde sosyal bilimler olarak bilinen disiplinlerin, hemen hepsini ihtiva eden çalışmalarda bulunmuş, kendinden sonra bu alanlarda çalışmalar yapan -Müslüman olsun veya olmasın- herkesi etkilemiş bir İslam âlimidir. Tarih, idare, iktisat, siyaset ve sosyoloji alanındaki görüşleri ilmi camiada bugün dahi tartışılan Haldun, “umran” adını verdiği bir ilim dalının da kurucusudur. Tarih yazımında, başta coğrafya olmak üzere diğer disiplinlerden yararlanarak oluşturduğu yöntemlere ve kuramlara binaen önem kazanmıştır. Ayrıca kendinden önceki İslam tarihçilerine getirdiği eleştirileri de mühimdir. Bu çalışmamızda İbn Haldun’un en meşhur çalışması olan Mukaddime eserinden hareketle, tarihe bakış açısı ve tarihçiliğini inceleyeceğiz.

Anahtar Kelimeler: İbn Haldun, Mukaddime, tarihçilik, İslam tarihçiliği.

Summary: Ibn Khaldun, who lived in XIV. and XV. centuries, is an Islamic scholar. Khaldun has worked on almost all of the disciplines known as social sciences today, moreover he has influenced everyone - whether Muslim or not - who worked in social sciences after him. Khaldun is also the founder of a branch of science called as "umran". His opinions which about history, public administration, economics, politics and sociology, are discussed even today in the scientific community. Ibn Khaldun has criticized some historiographers who lived before him, also he has found new methods in historiography by using other sciences, especialy geography. Therefore he has gained importance in historiography. In this study, we will examine history from his perspective, his historiography based on Muqaddimah that is his famous book.

Key Words: Ibn Khaldun, The Muqaddimah, historiography, Islamic historiography.

Giriş

İbn Haldun yaşadığı çağa damgasını vurmuş ve gelecek nesilleri etkilemiş önemli bir alimdir. Hayatı boyunca her daim mağrip saraylarının en önemli ilim adamı ve İslam dünyasının yıldızı olmuştur. Günümüzde sosyoloji olarak adlandırabileceğimiz çalışmaları, modern sosyolojinin kuruluşu olarak kabul edilen XIX. asırdan en az 450 yıl önce yapmış olması onun çağının ötesinde bir münevver olduğunun ispatıdır. Haldun’un çalışma alanı sadece bununla da sınırlı değildir. Aynı zamanda yönetim bilimiyle ilgilenmiş, siyaset ve siyaset felsefesi hakkında kalem oynatmış, bunların yanında iktisat alanında da idealize ettiği bir sistem tasarlamıştır. Çok yönlü bir entelektüel olan İbn Haldun asil bir ilim olarak tanımladığı tarih ilmiyle de iştigal etmiştir.

Modern anlamda incelendiğinde sosyal bilimler olarak tanımlanan bu disiplinlerin bütün kollarında faaliyet gösterirken aslında yaptığı şey “umran” olarak adlandırdığı ve kurucusu olduğu ilim dalında çalışmalar yürütmekti. Haldun Mukaddime’de “umranın birtakım tabiatları vardır. Haberler ona bağlıdır. Rivayetler ve eserler bu tabiatta açıklanır.”[1] derken kastettiği, umran ilminin tarihi olayların bâtınındaki gerçekliği anlamlandırmada yardımcı bir rol oynadığıdır. Tarihin konusu insanlar ve toplumlar olduğundan tarihin asıl manasını çözme ve üzerindeki esrar perdesini kaldırma iddiasındaki bir ilim topluma dair her soruya cevap vermek durumundadır. Tam da bu nedenle umran ilmi hem devlet aygıtının yapısını hem de toplumların; üretim tarzlarını, yönetiliş biçimlerini, yaşam şekillerini yekûn olarak tahlil ve ihtiva eder. Bu tahlil esnasında toplumların yaşayış biçimlerinin ve coğrafyalarının da tarihin akışı içerisinde belirleyici bir rolü olduğunu savunan Haldun, olayları neden ve sonuçlarıyla incelemenin gerekliliğini de belirtir.

“Umran” kavramı geçmişten günümüze çeşitli araştırmaların konusu olmuştur, Türkiye’de ve yurtdışında, dünyanın neredeyse her dilinde muhtelif açılarıyla ele alınmış ve uzun uzadıya tartışılmıştır. Bu konu bu hacimde bir eser yerine kütüphaneler dolusu kitaplarda incelenecek bir konu olduğundan, bunun da ötesinde esas konumuz “İbn Haldun'un Tarih Algısı” olduğundan giriş mahiyetindeki bu bilgilerin ardından bu bahsi burada sonlandırıyoruz.

 

İbn Haldun’un Hayatı

Mukaddime’nin girişinde künyesini “Abdurrahman b. Muhammed b. Haldun Hadrami”[2] olarak veren İbn Haldun, 1332’de Tunus’ta doğmuştur. Hayatı ve ailesinin kökeni hakkında muhtelif iddialar mevcuttur. Ailesinin Mağrip’e Endülüs’ten geldiği, daha önce devlet kademelerinde görevler alan köklü bir aşiret oldukları iddia edilir.

Gençlik yıllarında klasik İslamî sisteme uygun bir şekilde, Kur’an-ı Kerim, hadis, fıkıh ve bunların yanında riyazi ilimler olarak bilinen hitabet, hikmet (felsefe) ve mantık alanında eğitim görmüştür. Eğitiminin ardından icazetname alarak ilmî yeterliliğini elde etmiştir. İbn Haldun hayat hikayesini anlattığı “et-Tarif” adlı eserinde aldığı tahsilini ve hocalarını ayrıntılı bir şekilde anlatır.[3] Eğitiminin ardından yaklaşık 25 yıl siyaset sahnesinde yer almıştır. Tunus’ta Hafsîler, Fas’ta Merînîler, Tilimsan’da Abdülvadiler, Endülüs’te Nasrîlerin aralarındaki mücadelelerde önemli roller oynamış ve bu hanedanların hizmetinde çalışmıştır. Hanedanların kendi aralarındaki mücadele ve taht savaşlarında aldığı pozisyon ile genellikle kazanan tarafı destekleyen Haldun bunun mükafatı olarak sır katipliğinden vezirliğe kadar önemli görevlerde bulunmuştur.

İbn Haldun 1375’ten itibaren siyasi vazifelerini bırakarak kendini telife vakfetmiştir. En önemli eseri olan Tarih-i İber ve onun giriş kısmı olan Mukaddime bu dönemde yazılmıştır. 8 sene kadar telif ile meşgul olmuştur. Bu yıllarda siyasi çatışmalar ve savaşlardan iyice rahatsızlık duymaya başlamıştı. Haldun, bu dönemde “Artık bıktığı ve usandığı bu çeşit savaşlara katılmak istemiyordu. İbn Arafe’nin gammazlığı da onu iyice rahatsız ediyordu. Onun için Tunus 'tan ayrılmaya karar verdi”[4]

Tunus’tan ayrılıp 1382’de Mısır’a göç etmiştir. Kendisi bunun nedenini Mukaddime’de “Sonra doğuya (Mısır'a) göç ettim. Maksat Şark'ın nuru ile aydınlanmak, ziyaret ve tavaf yerlerini gezmek suretiyle farz ve sünnet görevini ifa etmek, buradaki kitap ve belgelerde mevcut olan bilgilere vakıf olmaktı.”[5] diye anlatır. Mısır’da çok önemli vazifelere getirilmiş ve uzun yıllar Memlüklere hizmet etmiştir. Timur’la -Suriye’yi işgali esnasında- görüşmesi hayatına dair önemli bir detaydır. Ailesinin Tunus’tan Mısır’a gelirken denizde gemilerinin batması sonucu hayatlarını kaybetmesi ile iyice içine kapanmış ve kalan ömrünü daha ziyade ilmi faaliyetlerle geçirmiştir. Nihayetinde 1406 senesinde Kadılık vazifesini yürüttüğü Kahire’de vefat etmiştir.

Mukaddime’nin Tahlili ve Yazılış Amacı

İbn Haldun’un Tarih-i İber ve girişi mahiyetindeki Mukaddime’yi Tunus’ta ilimle iştigal ettiği yıllarda telif ettiğini belirtmiştik. Kendisi Tarih-i İber adını verme nedenini şöyle açıklıyor:

“Bu eser ister bedevi ister medeni olsun Arapların ve Berberlerin haberlerini, tarihlerini, onlarla çağdaş olan büyük devletlere işaret etme hususunu ihtiva etmekte, hilkatin başlangıcı ve ondan sonraki haberler itibariyle ders olacak ve ibret alınacak hususları açık bir şekilde dile getirmektedir. Onun için esere Kitabu'l-iber ve divanu’l-mübtedei ve'l-haber fi eyyamil'l-Arab ve'l-Acem ve'l-Berber ve men aserehüm min zevi's-sultani'l-ekber adını verdim.” [6]

Bu satırlarda izah edilmek istenen husus yalnızca Mağrip ve Endülüs’te yaşayan -şehirli ve göçebe- Arap ve Berberî kabilelerin tarihinin anlatılmadığı, çağdaşları olan diğer büyük devletlerin de tarihlerinin anlatıldığıdır. Ayrıca Hz. Adem’in yaratılışından itibaren genel bir tarih anlatımı yapıldığı, tarihteki ibret alınması iktiza eden kıssaların anlatıldığı belirtilerek Kitab-ı İber adının bu yüzden konulduğu sonucuna varılmıştır.

Eserini telif etme nedenini ise tarihçilerin eserlerindeki eksikleri kaldırarak dünün ve bugünün daha iyi idrak edilmesi olduğunu söyleyen İbn Haldun tarihin üzerinde örtülü perdeyi kaldırdığını söyleyerek eserinin başarısını vurgulamıştır.

“Tarihçilerin eserlerini gözden geçirip, dünü ve bugünü derinliğine incelemekle, zekanın gözünü gaflet ve uyku dalgınlığından uyandırdım, eser yazmaya heveslendim. Bir müflis olduğum halde ilim sermayesine en güzel tarzda talip oldum, tarihe dair bir kitap vücuda getirdim. Bu eserle, yetişen ve ortaya çıkan muhtelif nesillerin hallerini örten perdeyi kaldırdım”[7]

Eserini alt başlıklara taksim etmesi ile ilgili olarak “Rivayet ve inceleme ile ilgili hususları bu eserde bölüm bölüm açıkladım. Bu eserde, devletlerin ve umranın evveliyetine ait illetleri ve sebepleri ortaya koydum.”[8] diyen Haldun’un alt başlıkları şunlardır:

Mukaddime: Tarihin fazileti ve tarihçilerin izlemesi lazım gelen usuller.

Birinci Kitap: Umran ilmini konu alır.

İkinci Kitap: Hz. Adem’in yaratılışından milattan sonra XIV. asra kadar Arapların ve İslam medeniyetinin tarihini anlatır. Bu bölümde Romalılar, Sasanîler ve Türkler gibi Araplara temasta bulunan milletlerin tarihleri de Araplarla ilişkiler ölçüsünde anlatılır.

Üçüncü Kitap: Berberîlerin tarihi anlatılır.[9]

Mukaddime’yi kısa ve öz bir üslupla kaleme aldığını belirten İbn Haldun bu sayede eserinin daha sarih olduğunu söyler. “Böylece eserim yaratılıştan bu yana geçen zamandaki haber ve vakaları tamamiyle ihtiva etti. Ayrıca elde edilmesi güç olan bir takım güç hikmetleri de kolaylaştırmış ve istifadeye sunmuş oldu. Hanedanlıklarla ilgili hadiselerin illetlerini ve sebeplerini ortaya koydu. Böylece eserim hikmet için bir mahfaza, tarih için bir dağarcık oldu.”[10]

Eserinin devletlerin ve milletlerin durumu, göçebelik ve medenilik, ilim ve sanat gibi geniş bir çerçevede bilgiler verdiğini belirttikten sonra eserini Hafsîlerden Ebu Abbas’a ve daha sonra farklı bir nüshasını Hafsîlerden Ebu Faris Abdulaziz’ takdim etmiştir.[11]

İbn Haldun’un Nazarı ile Tarih Kavramı

İbn Haldun eserinin henüz başında “Tarih fenni kavimlerin ve milletlerin yekdiğerine nakledegeldikleri fenlerdendir.”[12] şeklinde bir tanım yaptıktan sonra tarihin önemini ve faziletlerini tarihi ikiye ayırarak sıralar. Ona göre tarih uğrunda seferlere çıkılası bir ilimdir. Tarih öğrenmek için sıradan kimseler bile heveslenirler, sultanlar ve alimler ise adeta birbirleriyle yarışırlar. İnsanlar bir araya geldiklerinde birbirlerine tarihi kıssalardan bahsederek keyifli zaman geçirirler. Bunlar tarihin “zâhirî” yani dışarıdan görünen yönüdür.

Ancak “bâtın” itibariyle tarih hakikati aramak arzusu ve gerçekliğe ulaşmak için çıkılan yolda yürünen bir patikadır. Haldun’a göre düşünmek ve hadiselerin sebeplerini bulmak tarihin esas amacıdır ve tarih bu yüzden asil bir ilimdir.[13]

İbn Haldun, diğer bir tanımda tarih için “gayesi şerefli, faydaları pek çok ve usulü gayet önemli olan bir fendir. Çünkü bu ilim, geçmişteki kavimlerin ahlakı, nebilerin gidişatı, hükümdarların devletleri ve siyasetleri ile ilgili hallere bizi vakıf kılar. Din ve dünya hallerinde, maksadı örnek almak olan kimsenin temin edeceği fayda bu suretle tamamlanmış olur.”[14] der.

Tarihî olaylarda bir süreklilik olması gerektiğini ısrarla savunan ve tarihi olayların ardındaki nedenleri aramayı tarihçiliğin esası olarak gören İbn Haldun, çoğu zaman bu nedenlerin de geçmiş dönemlerdeki olayların nedenlerine benzediği üzerinde durur. Çünkü Haldun’a göre insan, her dönemde insandır. Benzer huy ve zaaflara sahip olmak ve birtakım olaylar karşısında aynı tepkileri vermek insanların tabiatlarında vardır. Tarihteki bu insan etkeni sonucu var olan benzerlikleri anlatırken, günümüzde dahi kullanılan, sehl-i mümteni tabir edilebilecek şu veciz ifadeyi kullanmıştır. İbn Haldun’a göre tarih “Suyun suya benzemesinden daha çok geleceğe ve hale benzer.”[15]

İbn Haldun’un tarihçiliği ile ilgili bir diğer özelliği determinist, yani kaderci bir yapıya sahip olmasıdır. Çoğu olay karşısında İbn Haldun bunu tarihin akışının nihai noktası ve kaçılamaz bir durum olarak görmüştür. İbn Haldun’un nazarına göre tarihte tesadüfe tesadüf edilemez. Ona göre tüm alem ve dolayısıyla tarih bir ahenk ve düzen içindedir. Elbette bir Müslüman olarak imanın şeraitinden olan “kadere iman” rüknüne uyması muhakkaktır. Ancak bu noktada kastedilen şey Haldun’un cüzi iradenin önemi üzerinde durmamasıdır. Bu sadece tarihi olaylara yönelik bir tutum değil, içtimai ve coğrafi gerçeklere yönelik de bir tavırdır. Nitekim Haldun gençliğindeki hatalarından, Yahudi milletinin vatanları olmayışına ve bedevilerin fakirlik hallerine kadar her durumu kaderin kaçınılmaz cilvesi olarak tanımlar.[16]

Bu konudaki en büyük örnek ise yaptığı incelemeler neticesinde bir hanedanın hüküm süresinin 4 nesil sürdüğüne yönelik iddiasıdır. Ona göre bir devletin ömrü takribi 120 senedir. Eğer farklı bir hanedanla birleşerek kan tazelenmesine gidilmez ise mukadder olan, o hanedanın 4 nesil sonra yıkılmasıdır. Buna uymayan bazı uzun süreli devletlerin durumlarını ise yönetici hanedanın değişimine veya devletin çevresinde güçlü bir siyasi yapı olmamasına bağlar.[17] Bu konudaki görüşlerini anlatan ve kanıtlarını sunan Haldun en sonunda “Bütün bunlar göstermektedir ki, hasebdeki son had dört ced ve nesildir. En iyi bilen Allah'tır”[18] demektedir.

İbn Haldun’un Nakilci Tarih Eleştirisi

İbn Haldun’un tarihin nedenselliği üzerinde durduğundan yukarıdaki satırlarda bahsetmiştik. Klasik İslam tarihçiliğini incelediğimizde buna pek önem verilmediği söylenebilir. Bu husus İbn Haldun’un da nazar-ı dikkatini celp etmiştir. Rivayetçi ve nakilci yaklaşımdan yakınan İbn Haldun “İnsanoğlundaki taklid köklü ve irsidir. Fenlere ve ilimlere musallat olan asalaklık enine ve boyuna yaygındır. Halk arasındaki cehalet merası ise hastalıklı ve havası bozuk bir yerdir.”[19] sözleriyle bu durumun sadece yaşadığı döneme, tarih ilmine veya İslam tarihçiliğine has bir maraz olmadığını ortaya koyar. Günümüzde hala intihalciliğin ne derece yaygın olduğunu düşünürsek İbn Haldun’un pek haksız olmadığını görürüz.

İbn Haldun nakilci yaklaşımın nedenlerini ihmalkârlık veya ahmaklık olarak tespit etmiştir. Buna göre bir zat ya yaratılışı itibariyle ahmak olduğu için doğru ile yanlışı ayırt etmeden aynen nakleder yahut bilgilerin doğruluğunu teyit etmeyi ihmal eder. Nihayetinde okuduğu kaynakta gördüğü bilgileri birebir nakleder.[20] İbn Haldun’a göre “Mesudî ve Vâkıdî'nin eserlerinde tenkil edilen ve sakat olan hususlar çoktur. Bu cihet, gerçeği araştıranlarca malum ve hafızasına güvenilen zevat arasında meşhurdur.”[21] Mesudî’nin ve bu yaklaşımın eleştirildiği en çarpıcı örnek ise Hz. Musa’nın ordusu mahiyetindeki İsrailoğulları kıssasında verilen istatistikî bilgilerdir. Mesudî Beni İsrail’in silah tutan erkeklerinin sayısını 600.000 olarak vermiştir. İbn Haldun ise Suriye ve Mısır’da bu büyüklükte bir ordunun iaşe ve erzakını tedarik edemeyeceği, daha birkaç nesil önce sayıları yüze ulaşmayan İsrailoğulları’nın kısa sürede bu kadar kalabalıklaşmasının genetik olarak mümkün olmadığı ve buna benzer tenkitleri ile Mesudî’nin naklettiği bu bilgi üzerinden nakilci yaklaşımı eleştirir.[22]

Haldun bazı tarihçileri de kısa eserler yazmakla ve yalnızca kendi bölgelerinin, şehirlerinin tarihini yazmakla suçlamakta ve yaptıkları işi yetersiz olarak görmektedir. “Nitekim Endülüs ve burada kurulan Emevi Devleti'nin tarihçisi Ebu Hayyan ile İfrikiye ve Kayravan'daki devletin tarihçisi İbn Refik böyle hareket etmişlerdir.”[23]

İbn Haldun’a göre nakilcilik yalnızca bilgileri teyit etmeden kullanmak değildir. Kimi tarihçiler görmedikleri bilgileri ve olayları aktardıkları gibi kimileri de gerçekte hiç görmediği kimselerin şehadetlerini kaynak gösterirler. Daha acısı ise kimileri uydurma bilgiler ile gerçekleri karıştırarak gerçeğin siluetini bozarlar. Çoğu tarihçi ise naklettikleri bilgiyi yarım olarak naklettiklerinden hakikatin üstünü setrederler.  İbn Haldun bu konuda “...yazdıkları eserlerine tam olarak nakledenlerin sayısı gayet azdır. Bunların adedi hemen hemen bir eldeki parmak ve avamilin hareke sayısından yani iki veya üçten fazla değildir. İbn İshak, Taberî, İbn Kelbî, Muhammed b. Ömer Vâkıdî, Seyf b. Ömer Esedi vs. gibi insanlar içinde temayüz etmiş meşhur zevat bunlardandır.”[24]

Sonuç

XIV. asrın önde gelen düşünürlerinden İbn Haldun kurduğu umran ilmiyle sosyal bilimler alanını modern anlamdaki teşekküllerinden en az dört asır öncesinde tanımlamış ve bu alanlarda gerek teorik gerekse gözleme dayalı çalışmalar yürütmüştür. Toplumların üretim tarzlarının, yaşadıkları coğrafyanın ve yönetim biçimleri ile sosyolojik durumlarının tarihi süreçlerinin belirlenmesindeki hayati rolü ilk keşfeden odur. Tarihteki insan faktörünü ele alarak geçmiş, hâl ve gelecek arasında paralellik kurması önemli bir noktadır. Tarihe dair algısı, bilgilerin umran ilminin iktiza ettirdiği şekilde tenkit süzgecinden geçirildiği, neden sonuç ilişkisine dayalı ve determinist bir durumdadır. Bütün bu özellikleriyle İbn Haldun, hakkında yapılan yüzlerce çalışmanın konusu olmayı hak eden bir münevverdir. Gelecek yıllarda Mukaddime’nin yüzünden okunması ve buna ilaveten et-Tarif ve Tarih-i İber gibi eserlerden örneklemler alınması, seçkin, müteaddit Haldun araştırmacılarının eserlerinin derlenmesi ile yeni bulgulara ulaşılacağı ve İbn Haldun’un tarihe ve sosyal bilimlere dair algısının ne olduğunun hakkıyla belirleneceği muhakkaktır.

 


 

Kaynakça

İBN HALDUN, Mukaddime I, çev. Süleyman Uludağ, Dergâh Yayınları, İstanbul, 2007.



* Muhammed Said KARDAŞ, Muğla Sıtkı Koçman Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Tarih Anabilim Dalı, Yüksek Lisans Öğrencisi. muhammedsaidkardas@gmail.com.

[1] İbn Haldun, Mukaddime I, Çev. ve haz. Süleyman Uludağ, Dergâh Yayınları, İstanbul, 2007, s. 159.

[2] İbn Haldun, Mukaddime I, s. 157.

[3] İbn Haldun, Mukaddime I, ss. 15-50.

[4] İbn Haldun, Mukaddime I, ss. 41-42.

[5] İbn Haldun, Mukaddime I, ss. 161-162.

[6] İbn Haldun, Mukaddime I, s. 162.

[7] İbn Haldun, Mukaddime I, ss. 160-161.

[8] İbn Haldun, Mukaddime I, s. 161.

[9] İbn Haldun, Mukaddime I, s. gös. yer.

[10] İbn Haldun, Mukaddime I, s. 162.

[11] İbn Haldun, Mukaddime I, ss. 162-163-164.

[12] İbn Haldun, Mukaddime I, s. 158.

[13] İbn Haldun, Mukaddime I, s. gös. yer.

[14] İbn Haldun, Mukaddime I, s. 165.

[15] İbn Haldun, Mukaddime I, s. 166.

[16] Bkz. İbn Haldun, Mukaddime I, ss. 336-343.

[17] İbn Haldun, Mukaddime I, ss. 346-352.

[18] İbn Haldun, Mukaddime I, s. 348.

[19] İbn Haldun, Mukaddime I, s. 158.

[20] İbn Haldun, Mukaddime I, ss. 158-161.

[21] İbn Haldun, Mukaddime I, s. 159.

[22] İbn Haldun, Mukaddime I, s. 165-171.

[23] İbn Haldun, Mukaddime I, s. gös. yer.

[24] İbn Haldun, Mukaddime I, s. 159.

Yorum Gönder